6 Ekim 2011 Perşembe

Uğur Mumcu Neden Öldürüldü?

.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993′te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikast sonucu öldü. Suikastçiler ve arkalarındaki güçler halen bulunamadı. Suikastin hemen ardından İslami Hareket Örgütü, İBDA-C, İslami Cihat gibi örgütler peşpeşe cinayeti üstlenirken, cinayeti işleyen teşkilatlara dair Mossad’dan, Selam Örgütü’ne kadar bir çok örgütün adı geçti. Ancak olayın sıcaklığı ile devletin en tepesindeki isimlerin “namus borcu” dedikleri faillerin bulunması ve cinayetin arkasındaki güçlerin ortaya çıkartılması halen gerçekleş(e)medi. Uğur Mumcu’nun gazeticilik serüveni, eserleri ve araştırmalarına bakıldığında aslında neden cinayete kurban gittiği daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Uğur Mumcu’nun araştırmaları Susurluk kazası sonrası gündeme gelse ve yaygınlaşsa da aslında Susurluk kazasından yıllar önce içinde bulunduğumuz manzarayı gözler önüne sermiş, binlerce köşe yazısında geçen yüzlerce isim ve belgede büyük resmi ortaya koymuştu. Bu yazıları yakınları ve yetkililerin anlattıkları ile birleştirince ister istemez aklımıza şu soru geliyor: “Acaba Mumcu, peşine düştüğü çetenin kurbanı mı oldu?” Gelin bütün sürece şöyle kısacabir göz atalım: Uğur Mumcu, Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları yazmaya 1975 yılında başladı. Askerliğini “sakıncalı piyade” olarak yapmış, bir daha üniversiteye dönmeyerek gazeticiliği seçmişti. 12 Mart’ı, askeri mahkemleri ve cezaevlerini görmüştü. Kalemi eline aldığı yıl, yaşadıkları ve gördüklerini araştırmanın peşine düştü. O yıllarda Türkiye’de adeta adı konulmamış bir iç savaş yaşanıyordu. Terörün bir yıldaki bilançosu 100 ölüyü bulmuştu. 1978′den sonra terör bir anda çığ gibi büyürken daha kitlesel ve belirli hedefleri vurmaya başladı. O dönemde Uğur Mumcu elindeki bilgi ve belgeleri Ecevit hükümetiyle paylaştı. Kışkırtıcı Ajan listeleri, kontrgerilla talimnameleri gibi onlarca belgeyi bizzat Ecevit’e teslim etti. Ama yine bir işlem yapılmadı. Bütün bunların üstüne 1979 yılında bütün Türkiye gibi onu da derinden etkileyen bir suikast gerçekleşti: Apdi İpekçi öldürüldü. Bu haberden sonra Uğur Mumcu olayın peşine düştü. Sonraki süreçte olayı ve arkasındaki örgütü yıllarca araştıracak, olayda rol oynayan isimler vei lişkilerin üzerine yürüyecek ve sonuca yaklaştığı sırada İpekçi’yle aynı kaderi paylaşmaktan kurtulamayacaktı. Cinayetin faili Mehmet Ali Ağca hapisten kaçtığında Uğur Mumcu köşesinde 20 yıl sonra ortaya çıkacak gerçekleri olanca açıklığıyla yazıyordu: “Hiç kuşkum yok. Ağca’yı Silahlı Kuvvetler’de yuvalanmış silahlı bir sağ örgüt kaçırdı. Bu örgüt cezaevi yöneticileyle ilişki kurdu; birlikte bir plan hazırlandı ve plan gerçekleşti. Olay budur!” Ancak her zaman olduğu gibi gene yazdıkları ciddiye alınmadı. Mumcu’nun olayların peşine düşerken izleri hep Ağca üzerinden sürdü ve Ağca’nın yalnız olduğuna hiç bir zaman inanmadı. Ve en önemli yazılarından birini 21 Eylül 1985 tarihinde kaleme aldı. Yazının başlığı “Çatlı Kim?” di. Bu yazıda Çatlı’nın lakabının büyük reis olduğunu, 7 tip’li gencin öldürümesinde aktif rol aldığını, papa suikastini gerçekleştiren silahı, Avusturya’lı silah kaçakçısı eski naziden satın alanın çatlı olduğunu idda ediyordu. “Çatlı yargılanmadıkça bir çok olay karanlıkta kalacaktır” diyordu. Türkiye’de kimse bu iddaların üzerine gitmezken Mumcu, İtalya’da Papa suikasti davasında tanıklık yapıyor, İtalyanlara Ağca’nın ülkücülerle ve mafyayla ilişkilerini, Bulgar bağlantısını anlatıyordu. Son dönemde ise PKK ve Abdullah Öcalan konusu üzerine yoğunlaşmıştı. Cüneyt Arcayürek, Mumcu’nun yakın arkadaşlarından biriydi. Mumcu, bu çetenin kaçakçılık işlerinede bulaştığını düşünüyordu. Arcayürek şöyle konuşuyor: “Apo’nun gelmişini geçmişini iyice inceleyip, kiminle ve ne şekilde birden bire kürt sorunu yarattığını çözmeye çalışıyordu sanıyorum. O, söylüyordu da bunu. Ve kafasında çok yerleşmiş bir soru vardı. ‘Abdullah Öcalan MİT’in adamı mıydı?’ Uğur işte bunu araştırdı. Ölmeseydi bunu araştıracaktı, doğru veya değil. Ama MİT’le irtibatı olup olmadığı, kafasındaki kesin sualdi. ‘Bunu ben eğer keşfeder, bunu sağlam temeller üzerine oturtabilirsem, kitabın girişi bir bomba gibi patlayacak’ derdi.” Araştırmalarında Apo’nun Mülkiye’de Maliye Bakanlığı bursuyla okuduğunu ortaya çıkardı. Apo 1972’de bildiri dağıtmaktan tutuklanmış, aleyhte tanıkları olmasına rahmen salınıverilmişti. Yazılarında araştırmasının ipuçlarını veren sorular soruyordu: “Apo’nun kontrgerillacılarla işbirliği yaptığı, PKK içindeki MİT ajanı bir pilotu kolladığı ve kayınpederinin bir MİT elemanı olduğu doğru mu?” Ölümünden sadece 16 gün önce, 8 Ocak 1993 tarihindeki yazısında yine bu konuya giriyordu; “Birileri Türk halkını kürt halkına, kürt halkını da türk halkına düşman edici bir kanlı tuzak kuruyor. Yakında yayınlanacak bir yayınımda Kürt milliyetçileri ile istihbarat ajanları arasındaki ilişkilere ışık tutacak ilginç belgeler açıklayacağım.” Bu yazının yayınlanmasından 16 gün sonra Uğur Mumcu öldürüldü. Olayın ardından Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’yu ziyareti sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu” sözünü verdiler. Oysa olay yerinde kanıt sayılabilecek her şey süpürgeyle süpürülmüştü. Devlet yetkilierin Gürdal Mumcu ziyaretleri arasında en ilginci ile Mehmet Ağar ile 1993 eylülünde gerçekleşen görüşmesiydi. O sıralarda Mumcu cinayetinin faili olarak iki kişi yakalanmış fakat bu kişiler olay sırasında tutuklu olduklarını idda etmişlerdi. Fakat resmi belgeler incelendiğinde tutukluluk tarihleri arasında tahrifat yapıldığı görülmüştü. Gürdal Mumcu, Mehmet Ağar’a işte bunu sordu. O sırada mumcu’nun karlı sokaktaki evinde avukat Emin Değer de vardı. Değer olayı şöyle anlatıyor; “Gürdal Mumcu o günkü olayı gelimeleri anlattı. Arada ben de küçük sorular soruyordum, önemli şeyler değil. Bir noktaya geldi; İstanbul Emniyeti’nin kovuşturma evrakındaki bir tarifata değindi. Elindeydi o anda. Tahrifatı anlattı. ‘Ne diyorsun?’ dedi. ‘Olabilir bunlar’ dedi Ağar. ‘Çocukların yorgunluğuna gelir. Özel bir amaçla, herhangi bir kanıtı karartmak amacıyla yaptıklarını zannetmiyorum. Gürdal tekrar söz aldı, dedi ki; ‘Görüyorsunuz, olay bir yerle bitmiyor, her şey bir tuğla gibi, bir duvar halinde yükseliyor.’ Ağar ‘Altından bir tuğla çekerseniz yepsi yıkılır’ dedi. Gürdal, ‘Çekin o zaman’ deyince, Ağar, ‘Yapamam’ dedi. Gürdal ‘O halde çekilin başkası yapsın’ dedi. ‘Onu da yapamam’dedi. Gürdal Mumcu bu konuda benim tanıdığım, gerekirtiğinde gerçekten gözünü budaktan, dilini sözden sakınmayan çok yürekli biridir. ‘O halde siz altında kalırsınız’ dedi.” Bu konuşmanın üzerinden çok değil 3 yıl geçti. Bir tuğlanın “kazara” çekilmesiyle o koca duvar çökecek ve çöken duvarın altında kalan ilk isim de Mehmet Ağar olacaktı. İçişleri Bakanı’ydı ve 8 Kasım 1996’da istifa etti. Halen Suikastçiler ve arkalarındaki güçler halen bulunamadı ama aradan geçen zaman içinde ortalığa saçılan bu bilgileri yanyana getirdiğimizde Uğur Mumcu’yu öldüren oluşumun peşine düştüğü çete olduğu savı giderek güçleniyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder