31 Aralık 2010 Cuma

Git şu paşaya sor

Ahmet Vefik Paşa Paris Büyükelçisi iken İmparator III. Napolyon’un yeni yaptırdığı bir opera binasının açılış törenine davet edilir. Tören sırasında Ahmet Vefik Paşa, Napolyon’a en yakın locaya kurulmuş, tavır ve davranışlarıyla imparatora hiç aldırmayan bir izlenim verir.Bu umursamazlığa içerleyen Napolyon, Ahmet Vefik Paşa’ya bir adamını göndererek:
- Git şu Osmanlı Paşasına sor, kendini hâlâ Kanuni devrinde mi sanıyor, der.

Adam gelir ve Napolyon’un dediklerini aynen aktarır.

Ahmet Vefik Paşa bu soruya aynı umursamazlıkla şu cevabı verir:

- İmparator hazretlerine hatırlatırım ki Osmanlı tahtında Kanuni olsaydı, kendileri orada olmaz, yerlerinde ben olurdu

...................................................................................................................................................................

Osmanlı Korkusu

1534 yılında Viyana’daki St. Stephen Katedrali’nde Osmanlı Akıncılarını gözlemesi ve Akıncıları görünce çan çalarak haber vermesi için bir memuriyet kuruldu.
Bu memuriyet Viyana Belediye Meclisi’nce:
“Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından böyle bir memuriyete gerek yoktur.”
denilerek ancak 1956 yılında (tam 422 yıl sonra) iptal edilmiştir.

.......................................................................................................................................................................

Uğursuzluk

Avcı Sultan Mehmet bir gün adamlarıyla beraber akşama kadar bir keklik bile vuramaz. Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Solaklara seslenir. Saraydan çıkarken, şu şu tipte, sivri külahlı, sırtı kambur birinin önünden geçtiğini söyler ve hemen bu adamı bulmaları emrini verir. Tarife göre Bektaşi babalarından ayyaş Hamza Babayı yaka paça huzura getirirler.
Sultan:
- Bre uğursuz, nabekar! Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini…
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır:
- A devletlim siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!”


...............................................................................................................................................................................

Yavuz Sultan Selim zamanında, İran Şahı mücevherlerle süslü bir sandık gönderiyor. Sandığın içinden kıymetli taşlar ve kadife kumaşlar çıkıyor. Sultan Selim en son kumaşı kaldırınca odaya pis bir koku yayılıyor. Sandığın içinden insan pisliği çıkıyor. Cihan Padişahı Sultan Selim’e ve Osmanlı’ya çok büyük hakaret… Sultan Selim hemen emir veriyor; “Herkes düşünsün uygun bir cevap verilecek.” Yine uygun cevabı kendisi buluyor. Değerli taşlar ve kumaşlar içeren süslü bir sandık hazırlatıyor. Sandığa bir de sadece İstanbul’da gül kokulu en nadide lokumlardan bir kutu eklettiriyor. Kutunun içinede bir not yazıyor. Sandık İran şahına ulaşınca sandığı açıyorlar. Değerli taşları ve kumaşları çıkardıktan sonra oda gül kokusu yayan bir kutu lokum görünce şaşırıyor. Lokumlardan birer tane yedikten sonra İran Şahı notu görüyor. Kağıtta; “Herkes yediğinden ikram eder.”

......................................................................................................................................

İstanbul’da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, padişahın huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş. Bunun üzerine sultanın karşısına çıkarılmıştı. Yaşlı kadın :

Evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek, şikayette bulunur. Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni:

-Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın? deyince, yaşlı kadın :

Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk der. Bu cevap üzerine Kanuni utanarak :

-Haklısınız diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder